Muş Hasköy Anadolu İmam Hatip Lisesinin düzenlediği Türkiye geneli yazışmaya okulumuz 11/B sınıfı öğrencisi Zehra Kübra Utkan, Filistin’de Çocuk Olmak Kompozisyon Yarışması'na Katılacak!
Edebiyat öğretmenimiz Nazire Sönmez'in rehberliğinde hazırlanan yazı, Zehra Kübra'nın duyarlılığını ve yazma becerisini bir araya getiriyor. Filistin’de yaşanan zorlukları ve çocukların gözünden dünyayı anlatan bu eser, yarışmada büyük bir ses olmaya aday.
Zehra Kübra Utkan, yarışmada okulumuzu en iyi şekilde temsil edecek olmanın gururunu yaşıyor. Öğrencilerimizin sadece akademik başarılarla değil, aynı zamanda duyarlılık ve empatiyle de ön plana çıkmaları bizleri ayrıca mutlu ediyor.
Bu yarışmada Zehra Kübra'ya başarılar diliyor, onun gibi duyarlı ve yetenekli öğrencilerin okulumuzdan çıkmasıyla gurur duyuyoruz. Filistin’de Çocuk Olmak Kompozisyon Yarışması, dünyanın dikkatini Filistinli çocukların yaşadığı zorluklara çekmek için önemli bir fırsat sunuyor. Umuyoruz ki Zehra Kübra'nın eseri, bu önemli meseleye ışık tutacak ve birçok kişinin düşünmesine sebep olacaktır.
KÜÇÜK BİR ÇIĞLIK
Sabahın güzel ışıkları arasında kötü seslere, gecenin güzelliği arasındaysa gözyaşlarına mahkum kalmaktır Filistin'de çocuk olmak. Tüm umutsuzluğun arasında kaldırımdan çıkan bir papatyadır Filistin'de çocuk olmak. Yani ne bir su, ne bir güneş, ne bir sevgi... Diline dökülen her çığlığa sus demek, konuşmak nedir bilmeden susmayı öğrenmek; siyahla beyazı, rüyayla gerçeği, acıyla sevgiyi bir arada yaşamak ve her ana ayak uydurmak zorunda kalmak demektir Filistin'de çocuk olmak.
Özlem sadece eskilere uzak kalmak mıdır? Yaşanamamışlıklara özlem olamaz mı? Doğruyu bilmek büyüklere mi özgüdür? Minik bir beden doğru nedir bilemez mi? Gece sadece aya mı aittir? Güneş karanlığın ardında gündüzü beklemez mi? Cesaret korkusuz işi midir? Korkan biri cesaret edemez mi? Tebessüm edemeyecek kadar yorgun olmak nedir? Ayakta duran her insan güçlü müdür? Yorgun bir insan ayakta durmaz mı?
Bazen bir kuş tüyü kadar hafif hissedersiniz, ama o tüy düşerken yavaş yavaş düşer; zamansa akıp gider tıpkı hayallerimiz, içimizdekiler gibi. Filistin'de çocuk olmak ne demek? Zihninde ve kalbindeki her şeyi sonsuz bir karanlığa hapsedip kendini iyi göstermek demek fakat bu iyi olmak değil ki bu kendini kandırmak! Sadece kendini kandırmak. Duygularım yeni yeni kendini gösteriyorken uyanıyorum koca bir sese ama bu ses annemin sevgi dolu günaydın sesi değil, bu ses bir sevgi işareti veya gülücük sesleri değil. Bu ses kocaman bir ses, biliyorum ki uzaklardan geliyor ama sanki çok yakındaymış gibi hissettiriyor. Fırtınadan daha korkunç bir ses, yatamıyorum! Ben fırtınadan çok korkarım. Nihayet artık korkmuyorum. Hem neden korkayım ki? Ondan daha şiddetli bir fırtına kopuyor hayatımın başucunda. Bazen şimşekler çakıyor, bulutlar ağlıyorlar yerde ki tüm kırmızılığı silmek istercesine! Sanki kirlendiğimi anlayıp temizlercesine ağlıyorlar! Gözyaşlarımı görmek istemeyip damlalarla kapatmaya çalışıyorlar...
Bir gün babamla uyanırken bir başka gün kimsesiz bir şekilde uyanabiliyorum. Sadece ben mi? Hayır etrafımda yüzlercesi. Yüzlerce arkadaşım, yüzlerce abim, ablam derin bir sessizliğe gömülüyor kocaman korkunç bir ses ile işte bu ses fırtına sesine benziyor. Bu fırtına altında soğuktan bedenim titriyor, ellerim buz kesiyor. Ellerimi ağzımdan çıkan dumanla ısıtmaya çalışırken buluyorum kendimi, ısınmıyor... Sonra bir düğüm oluşuyor ellerde, beden titriyor, gözler mi? Gözlerse bir güneş misali parlıyor acıyı bastırırcasına sonra bir tebessüm konuyor dudaklara, iyiyim diyemeyecek kadar yorgun ama hâlâ gülümseyebilecek kadar cesur olan o bedenler tebessüm ediyor.
Nereden başlasam bilemiyorum; bir çantaya ihtiyacım oluyor okuyabilmek için, bir parça ekmeğe ihtiyacım oluyor karnımı doyurabilmek için, sıcak bir yuvaya ihtiyacım oluyor ısınabilmek için, ayakkabıya, kaleme, kağıda, anneye, babaya, sevgiye...
Bir toprak var ötelerde ama çok fazla su alıyor böyle o topraklar bozulmaz mı? Öyleyse neden herkes ağlıyor? Neden herkes toprağına yağmuru bocalıyor? Kiminin gözleri deniz, kiminin gözleri yağmurdan çamur olmuş bir toprak, kimininse ıssız bir orman misali bu ziyan altında. Yani camlardan süzülen damlalar bir yağmurdan ibaret olmuyor. Bir top görüyorum havadan geliyor; galiba arkadaşım oyun oynamak istiyor, nasıl bilebilirdim ki bir oyuncak olmadığını benim aklım ne erer? Sonra bir ses geliyor sessiz olmaya çalışıyorum çünkü biliyorum ki benim minik bedenimden çıkacak olan ses bu sesi durdurmaya yetecek güçte değil, peki ya babam? Babamın sesi durdurabilir mi ki? Babam da sessizce oturup ellerini açtığında farkına varıyorum; bedenimin minik olmasının ya da kocaman olmasının hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini. Babam hep der ki:
"Yaşamanın gayesi yaşamayı bırakınca anlaşılır"
Eskiden anlamazdım ne demektir ama şimdi anlıyorum kilitli kutunun arkasında ki gerçekliği. Kimi zaman parmağımı çarpıyorum bir taşa ama acıdı diyemiyorum geçer nede olsa, geçmeli en ufak yarada sarılamam doktorlara. Yaşadıklarım bedenimden büyük oluyor çoğu zaman çünkü ben bazen 4 yaşında kimsesiz bir çocuk, bazen çocuğunu kaybetmiş bir aile, bazen güzel gözlerden akan bir damla yaş. Bazen çıplak ayaklarla dolaşan acının ne olduğunu çok iyi bilip ”Acıdı” diyemeyen bir insan, bazen oyuncağından olmuş bir bebek olabiliyorum kimi zamansa hastanede tedavi olurken canice katledilmiş biri. Ben; yaşlı, genç, çocuk fark etmeden katledildiğini bilmeme rağmen elime geçirdiğim ilk şeyle toprağımızı korumaya çalışan, kendimden çok daha büyük birine baş gösteren, cesur ama minik bir çocuğum, kapıyı suratına çarpacak kadar cesur, camdan evimi yıkıp yıkmayacağına bakacak kadar korkak...
Daha anne sevgisi görmeden annesinden olmuş hatta kendi bez bebeğine annelik yapamadan bezden olmayan bir bebeğe annelik yapan bir çocuğum. Babasının aslan oğlu veya biricik kızı olmadan kardeşine babalık veya annelik yapan bir çocuğum. Ben şimdi kendi çocukluğumu hatırlayıp, ki hiç unutamadım, bir çocuğu kurtarmaya çalışırken ellerinden tutulup sürüklenen genç bir kızım. Ben yıllarca burada olup aniden sürüklene sürüklene çıkarılmaya çalışılan bir dedeyim. Ben şimdi bir babayım; yerde kanlar içinde duran, oğluna küçük bir gülümsemeden başka hiçbir şey bırakamayan bir babayım. Bir anne olmaya vaktim yetmedi, ninni okuyacakken çocuğundan olup uzaklara götürülen bir anne olmaya ne vaktim, ne aklım yetmedi. Bazen fotoğrafımız çekiliyor. Cesurca, gözünü dahi kırpmadan, perişan halimle gülümseyerek akıllarda kalabiliyorum. Yoruldum ben, ah da edemiyorum! Dengesizim, bir gülüp bir ağlayabiliyorum. Tüm umutsuzluğun arasında varsa anneme sarılıp fıkra anlatabiliyorum. Yoksa da kollarımla kendime sarılır, saçlarımı kendi ellerimle okşar sonsuzluğa uyurum. Benim hayatım çeşit çeşit oyuncaklarla, her bir yanda gülümseyen insanlarla, her zaman yanımda olacağını bildiğim bir aileyle geçmiyor. Bu kirli dünyanın içinde ayakta kalmaya çalışıyorum, çalışıyoruz.
Tüm bu olanlardan sonra geriye sadece sorgulamak kalıyor çünkü ben anne baba sevgisi nedir? Bilmiyorum. Masum bir aşka karışmak nedir? Bilmiyorum. Rahatça oyun oynamak nedir? Bilmiyorum. Sıkı sıkı sarılıp özlem gidermek nedir? Bilmiyorum, bir çiçek büyütürken heyecanla her gece sulamak nedir? Bilmiyorum. Gece bir şey olacak korkusu olmadan aya gülümseyip uyumak nedir? Bİlmiyorum. Aslında ben yaşamak nedir bilmiyorum... Yaşamak böyle olmasa gerek. Her an içimde olan korkuyla yaşamak, yaşamak mıdır? Evim yıkılıyor ama benim yapabildiğim tek şey kullanabileceğim eşyaları toplamak oluyor, ki üzülmeye bile vaktim olmuyor...
Belki son defa anne diye sesleniyorum bilinmez! Hangi dertler bizi bizden aldı kimse bilmez. Filistin seslere uyanırken kahrolduk biz kara bulutlardan başka kalmadı bir iz…
Filistin'de çocuk olmak karanlıktan korkmana rağmen karanlığa hapsolman demek. Burası başka bir hayat, başka bir dünya her şey farklı. Siyah beyaz film şeritleri gibi. Bizi anlamak nedir bilmiyorlar, umarım artık anlayan insanlar çıkar karşımıza, ki böylece kendimizi açıklamak zorunda kalmayız gözyaşlarımızla. Şimdi anladınız mı kim olduğumu? Ben Filistin'de yaşamaya çalışan bir sürü insanın... Sesiyim!
Beğen |
0 kişi beğendi